“Yaşam her zaman tamamlanmamış kalacak ve hep bir şeyler ertelenmiş.”
Seneca
“Yürümek, bütün büyük kadim bilgeliklere iyi bir girizgâhtır,” der Frederic Gros, “Yürümenin Felsefesi” isimli eserinde ve devam eder:
Yürürken biri olmama özgürlüğünü yakalarız, yürüyen bedenin tarihi yoktur çünkü yürürken yanında taşıyamayacağı kadar ağırdır tarih. O sadece hareket halindeki kadim yaşamdır, dolayısıyla anlık bir tanıklığa dönüşür varlığı; bu nedenle faal melankolinin bir parçasıdır yürümek.
Yürüdüğümüz esnada ne bir rolümüz, ne projelerimiz, ne deneyimimiz ne de mevkiimiz, hatta kişiliğimiz bile yoktur artık; taşların sertliğini duyumsayan ayaklardan, uzun otların sürtünüşüyle ürperen bacaklardan ve rüzgârın ferahlığını hisseden bir enseden ibaretizdir.
Dedikleri gibi, yürümek kafayı boşalttığı kadar zihni başka bir amaçlarla da doldurur. Fikirler veya doktrinlerle değil, tıka basa cümlelerle, alıntılarla, teorilerle dolu bir kafayla da değil, dünyanın mevcudiyetiyle doldurur. Bu mevcudiyet, yürüyüş sırasında gün boyu üst üste katmanlar halinde ruha çöker.
Yürürken, yürümekten başka bir şey yapmayız. Yürümekten başka yapılacak şey olmaması saf bir varlık duygusunun yeniden kazanılmasını, çocukluk çağına mahsus o basit var olma mutluluğunun yeniden keşfedilmesini sağlar. Yürümek yükümüzü hafifleterek, yapma takıntısını içimizden söküp atıp o ebedi çocuklukta yaşanan o sonsuzlukla yeniden bağlantı kurmamızın yolunu açar. O anda dünyanın şimdisi de yoktur geleceği de, sadece sabah ve akşam döngüleri vardır; yani rüya ve ötesi. O nedenle aynı çocukluk gibi yürürken de her şey sahicidir.
(Fotoğraf: Dr. Altar Kaplan)
Yürüyen kişi toprağın evladıdır. Her adım yerçekimine boyun eğerken dünyaya bağlılığı da gösterir; o nedenle vaat edilen ebedi istirahatiymiş gibi okşar toprağı. Ayak toprağa bata çıka kök salar. Her adım bir ilmek atar varoluşa. Hayata bağlanmanın yürümekten daha iyi bir yolu yoktur; hayatın sonsuz tekdüzeliği yürümenin astarıdır.
Yürüyen adı konulmamış buzulların, tarihsiz çayırların üstünde, yarınsız göklerin altındayken bakışlarıyla her şeyin içine nüfuz edecek kıvılcımlar saçar. Yürüyorsa, dünyayı daha şeffaf kılmak içindir bu. Adımlarının hızı arttıkça zihninde oluşan süzülme hissi işte bunun yankısıdır.
Diğer taraftan yürümek aynı zamanda kenara çekilmektir: Çalışanların yanından, araçların kapladığı yolların kenarından; servet ve sefalet üretenlerin, sömürenlerin, emekçilerin hizasından; kış güneşinin solgun yumuşaklığını ve ilkbahar esintisinin tazeliğini hissetmekten daha önemli işleri olan ciddi insanların gölgesinden uzaklaşmaktır. Yürümek hem doğruluk hem de gerçeklik meselesidir. Daha doğrusu yürümek gerçekliği tecrübe etmektir; fiziki veya öznel anlamda gerçekliği değil, sağlamlığın gerçekliğini: dayanıklılık, direnme ilkesini duyumsamaktır. Başka bir ifadeyle, her adımda bedeninin ağırlığı yerden destek alarak, zaman ve mekândan sekip, yaylanırken yeryüzünün sağlam olduğunu kanıtlamaktır. Bundan ötürü yürümek acı vericidir de, yılmadan çaba göstermeyi gerektirir. Bir kutsal mekâna acıyla arınmadan yaklaşılamaz ve yürümek sonsuza dek ebedi bir çaba ister. Nietzsche, “Kutsal Tin’e karşı işlenen esas günah yerinden kıpırdamamaktır,” derken bunu kastetmiştir.
İşte bu yüzden bizler, iki ayağı üstünde hareket eden, büyük ağaçlar arasındaki katıksız güç ve haykırıştan ibaret birer hayvanız. Yürürken, yeniden ve seferinde yeniden keşfedilmiş o hayvanın varlığını ortaya koymak için sıkça haykırmamız da bu yüzdendir. Nihayetinde nasıl yürüyorsak öyle sevişir, öyle düşünür, öyle konuşuruz.
Frederic Gros’un, “Yürümenin Felsefesi” isimli eserinde hayranlıkla okuduğum, muhtemelen sizin de hayran kaldığınız bu ve benzeri betimlemelere rağmen bana “uzanmak” daha büyülü geliyor; şöyle ki ne yatmak ne oturmak, sırtını 45 derecelik açıyla dengelemek… Zira bana göre uzanmak kendini akışa bırakmaktır; yürümenin aksine bir iddia barındırmamakta, kendini izaha muhtaç bırakmamaktadır. Gros’a nazire yaparcasına bir tanımlama da ben yapayım; yürümenin aksine uzanmak, Araf’ta kalan yani doğal olandır. İsterseniz lafı yormadan, ne de olsa hayatta her şeyin tamamlanmamış kalacağını bilenler eminim anlayacaklardır ne demek istediğimi, diyerek bitireyim…